Gömülü Dişin Zararı Var mı? Görünmeyenin Felsefesi Üzerine Bir Deneme
Bir filozof olarak, her zaman görünmeyenin gücüyle ilgilenirim. Düşünceler, arzular, korkular — hepsi görünmezdir ama yaşamı şekillendirir. Bu yüzden “Gömülü dişin zararı var mı?” sorusu, ilk bakışta biyolojik bir mesele gibi görünse de, aslında çok daha derin bir metafizik sorgulamayı barındırır. Çünkü gömülü diş, yalnızca çene kemiğinin altında kalan bir yapı değildir; aynı zamanda bilincin derinliklerinde saklı kalmış potansiyellerin, bastırılmış düşüncelerin, ertelenmiş yüzleşmelerin sembolüdür.
Bir dişin gömülü kalması, var olan ama görünmeyen bir gücün sessizliğini temsil eder. Peki bu sessizlik zararsız mıdır? Yoksa görünmeyenin varlığı, tıpkı felsefi düşüncede olduğu gibi, kaçınılmaz bir çatışmayı mı doğurur?
Etik Perspektif: Müdahale Etmek mi, Etmemek mi?
Etik, eylemin doğruluğu üzerine düşünmektir. Gömülü bir dişe müdahale edip etmemek de, bir anlamda ahlaki bir karardır. Diş hekimi, tıpkı bir etik filozofu gibi, “zarar vermemek” ilkesiyle hareket eder. Ancak burada paradoks başlar:
Bazı durumlarda gömülü dişe dokunmamak, ileride daha büyük bir zarara neden olabilir; bazen de gereksiz bir müdahale, bedene zarar verebilir.
Etik açıdan mesele, eylemsizliğin mi yoksa eylemin mi daha doğru olduğudur. Bu, Aristoteles’in “orta yol” öğretisini hatırlatır: her şeyin fazlası da, azı da zararlıdır. Gömülü dişin varlığı, bu etik dengenin sınırında durur. Onu olduğu gibi bırakmak, doğanın düzenine saygıdır; ama bazen doğa, insanın aklıyla müdahalesini bekler.
Bu durumda şu soru kaçınılmaz hale gelir: Bir şeyin zararı, onun varlığında mı yoksa ona müdahalede mi saklıdır?
Epistemolojik Perspektif: Bilginin Görünmeyen Kökü
Epistemoloji yani bilgi felsefesi açısından gömülü diş, bilginin sınırlarını temsil eder. İnsan ancak fark ettiğini bilebilir. Ancak bilmediği, fark etmediği, hatta görmekten kaçındığı şeyler de vardır — tıpkı çene altında saklanan bir diş gibi.
Bilgi burada röntgenin ışığı gibidir: görünmeyeni görünür kılar. Modern tıp, gömülü dişi tespit edebilir ama onun ne zaman, nasıl bir zarara yol açacağını kesin olarak bilemez. Bu belirsizlik, felsefenin kadim sorusunu yeniden gündeme getirir: Bilgi her zaman iyileştirici midir, yoksa bazı bilgilerin farkına varmak kendi içinde bir yük müdür?
Bir gömülü dişi bilmek, onu ortadan kaldırma zorunluluğu doğurur. Bilginin kendisi, eyleme dönüşme baskısı yaratır. Bu yüzden gömülü diş, epistemolojik olarak insanın “bilmenin yükü”yle imtihanıdır. Bilmek, bazen dişi çıkarmak kadar sancılıdır.
Ontolojik Perspektif: Varlığın Derin Katmanları
Ontoloji, varlığın ne olduğunu sorgular. Gömülü diş, var olan ama görünmeyen bir şeydir — potansiyel bir varlık. Tıpkı Platon’un idealar dünyasında olduğu gibi, o da bir “varlık biçimi” taşır: duyularla algılanmaz ama etkisini hissettirir.
Bir gömülü dişin varlığı, ontolojik açıdan iki farklı biçimde yorumlanabilir:
1. Potansiyel varlık olarak: Henüz işlev kazanmamıştır ama varlığını sürdürür.
2. Baskılanmış varlık olarak: Çıkmak ister, ama çevresel koşullar buna izin vermez.
Bu bağlamda gömülü diş, Heidegger’in “varlığın unutuluşu” kavramını hatırlatır. Biz onun orada olduğunu biliriz ama gündelik yaşamda unuturuz. Ancak o, zamanı geldiğinde kendini hatırlatır — ağrıyla, baskıyla, varlığını duyurarak.
Varlığın zararı bazen yokluğunda değil, hatırlanmasında gizlidir. Çünkü unutulmuş olan her şey, yeniden ortaya çıkmak için enerji biriktirir.
Bu noktada sorulması gereken şu olabilir: İnsanın kendi içindeki gömülü düşünceler, tıpkı bir diş gibi mi patlar sonunda?
Dengenin Felsefesi: Doğayla Uyum mu, Müdahale mi?
Felsefe tarihi boyunca doğaya karşı tutum iki uç arasında gidip gelmiştir: Stoacılar doğanın düzenine uyumu savunurken, Descartes ve modern düşünürler doğayı akılla kontrol etmeyi önermiştir. Gömülü diş bu tartışmanın bedenleşmiş hâlidir.
Doğayı olduğu gibi bırakmak, bedene güvenmektir; ancak modern tıbbın refleksi, potansiyel tehlikeyi önceden ortadan kaldırmaktır. Yani etik, bilgi ve ontoloji burada iç içe geçer:
– Etik olarak “ne yapmalı?” sorusu,
– Epistemolojik olarak “ne kadar biliyoruz?” sorusuna,
– Ontolojik olarak “ne var?” sorusuna dayanır.
Ve tüm bu sorular, bir dişin kökünde bile yankılanır.
Sonuç: Sessizliğin Metafiziği
“Gömülü dişin zararı var mı?” sorusu, yalnızca tıbbi bir endişe değil; görünmeyenin, bastırılmış olanın, fark edilmemiş varlığın felsefi yankısıdır. Gömülü diş, bize hem bedenimizin hem bilincimizin derinliklerinde saklı kalan şeylerin hatırlatıcısıdır.
Zarar bazen bir ağrıdan ibaret değildir; bazen görmezden gelinen bir gerçeğin, ertelenmiş bir yüzleşmenin yankısıdır.
Belki de asıl soru şudur: Gömülü diş mi zararlıdır, yoksa onu görmezden gelen zihin mi?